Savunma dilekçesi, bir davanın yönünü belirleyebilecek en kritik belgedir. İşverenin, çalışanlar tarafından açılan davalar karşısında kendini savunabilmesi için hazırladığı bu belge, mahkeme sürecinde büyük bir rol oynar.
Savunma dilekçesinin temel işlevi, işverenin karşı tarafın iddialarına karşı savunma yapabilmesi, sunacağı kanıtları düzenleyebilmesi ve hukukî çerçevede hakkını koruyabilmesidir. Bu dilekçe, sadece bir yasal formalite değil, aynı zamanda stratejik bir araçtır. İşverenin, davanın başından itibaren doğru bir şekilde konumlanması, karşı tarafın iddialarını çürütmesi ve kendi lehine hukuki argümanlar geliştirmesi için savunma dilekçesi kritik bir fırsattır.
Savunma dilekçesinin etkili olması, yalnızca karşı tarafın yanlışlarını ortaya koymakla kalmaz; aynı zamanda işverenin güçlü yönlerini ve olayın gerçek yüzünü mahkemeye sunmasına olanak tanır. Mahkeme kararının şekillenmesinde savunma dilekçesinin içerdiği hukuki dayanaklar, çürütülen kanıtlar ve ortaya konulan argümanlar önemli bir yer tutar. Bu nedenle, savunma dilekçesi hazırlanırken hukuki uzmanlık gereksinimi oldukça yüksektir.
HMK savunma hakkı, Türk yargı sisteminde adil yargılanmanın temel güvencelerinden biridir. Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK), davanın taraflarına iddia ve savunma haklarını kullanma imkânı tanıyarak yargılamanın dengeli ve adil şekilde yürütülmesini amaçlar.
HMK madde 27’de açıkça belirtildiği üzere, “Taraflar, iddia ve savunma hakkına sahiptir.” Bu hüküm kapsamında, işverenin mahkeme sürecinde kendini savunması ve karşı tarafın iddialarına cevap verebilmesi yasal bir haktır. Bu bağlamda, HMK savunma hakkı, işverenin savunma dilekçesi sunma, delil gösterme, tanık dinletme ve karşı tarafın sunduğu belgeleri sorgulama gibi haklarını kapsamaktadır.
İşverenin savunma hakkını etkili şekilde kullanabilmesi için süreler ve şekil şartları, Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) çerçevesinde büyük önem taşır. Savunma dilekçesinin geçerliliği ve dikkate alınması, yalnızca içeriğine değil, aynı zamanda yasal sürelere ve usule uygun biçimde hazırlanmasına bağlıdır.
1. Süreler
2. Şekil Şartları
Savunma dilekçesi, belirli bir format ve içeriğe uygun olarak hazırlanmalıdır. HMK’ya göre dilekçede bulunması gereken unsurlar şunlardır:
Eksik, belirsiz veya usule aykırı düzenlenen dilekçeler, hem hukuki hak kaybına yol açabilir hem de mahkeme tarafından dikkate alınmayabilir. Bu nedenle, işverenin savunma dilekçesi hazırlarken HMK’daki süreler ve şekil şartlarına eksiksiz şekilde uyması gerekir.
İşveren, karşı tarafın sunduğu delillerin davayı etkilemesini engellemek amacıyla çeşitli itiraz yollarına başvurabilir. HMK kapsamında delillere itiraz yöntemleri, delilin hukuka aykırı elde edildiği, sahte veya değiştirilmiş olduğu, olayla ilgisiz ya da yetersiz kaldığı gibi gerekçeler olabilir. Tanık beyanlarının güvenilirliği sorgulanabilir; süresi dışında sunulan delillerin reddi talep edilebilir. Ayrıca bilirkişi raporlarına karşı eksiklik veya taraflılık iddiasıyla itiraz hakkı da vardır. Tüm bu itirazların zamanında ve
gerekçeli yapılması, savunmanın etkinliği açısından büyük önem taşır.
HMK’ya göre, hukuka aykırı şekilde elde edilen deliller mahkemece dikkate alınamaz (HMK m. 189/2). İşveren, karşı tarafın sunduğu bir delilin özel hayatın gizliliğini ihlal ettiğini, rızaya dayalı olmadığını ya da yasal yollarla elde edilmediğini göstererek delilin reddini talep edebilir. Örneğin, gizlice kaydedilmiş bir ses kaydı, izinsiz alınan kamera görüntüsü veya kişisel verilere yönelik usulsüz erişimler bu kapsama girer. Bu tür itirazlar, delilin hukuki geçerliliğini ortadan kaldırarak işverenin savunmasını güçlendirebilir.
İşveren, karşı tarafın sunduğu belge veya delillerin sahte olduğunu ya da hukuken geçersiz sayılması gerektiğini öne sürebilir. İmza taklidi, belge üzerinde sonradan değişiklik yapılması, tarih uyuşmazlıkları veya yetkisiz kişilerce düzenlenmiş evraklar bu kapsamdadır. Bu tür durumlarda işveren, ilgili delilin bilirkişi incelemesine tabi tutulmasını talep edebilir. Sahtecilik ve geçersizlik iddiaları, mahkemede delilin güvenilirliğini zayıflatarak savunmayı güçlendirir ve davanın seyrini önemli ölçüde etkileyebilir.
İşveren, tanık ve bilirkişi beyanlarına karşı dikkatli ve stratejik bir yaklaşım benimsemelidir. Tanık ifadeleri çelişkili, olayla doğrudan ilgisiz veya taraflıysa, bu durum mahkemeye açıkça gösterilmelidir. Tanığın şirketle geçmiş ilişkisi veya davacıyla olan kişisel bağı da beyanın güvenilirliğini sorgulatabilir. Bilirkişi raporlarında ise teknik eksikler, değerlendirme hataları veya tarafsızlıktan uzak ifadeler tespit edilirse, yeni rapor talep edilebilir. Bu tür itirazlar, mahkemenin kanaatini doğrudan etkileyerek
savunmanın etkisini artırabilir.
Mahkeme sürecinde işverenin en etkili savunma yollarından biri, karşı tarafın tanıklarının ifadelerini sorgulamak ve zayıflatmaktır. Bu kapsamda tanık beyanı çürütme, tanığın anlatımlarındaki çelişkileri ortaya koyma, olayları birebir yaşamadığını gösterme ya da taraflı bir tutum içinde olduğunu ispatlamaya dayanır. Tanığın davacıyla olan kişisel ilişkisi, şirketle geçmiş çatışmaları veya beyanlarının önceki ifadelerle uyuşmaması, tanık beyanı çürütme sürecinde kullanılabilecek önemli unsurlardır. Bu strateji, tanık anlatımlarının delil değerini düşürerek işverenin lehine bir yargılama zemini oluşturabilir.
Bilirkişi raporları, teknik konuların aydınlatılması açısından önemli olsa da, mahkeme açısından bağlayıcı değildir ve taraflar bu raporlara itiraz edebilir. İşveren, raporda eksik inceleme, yanlış değerlendirme veya taraflılık olduğunu düşünüyorsa, itiraz dilekçesi ile bu hususları ayrıntılı şekilde mahkemeye sunmalıdır. İtiraz sürecinde, teknik hatalar somut biçimde gösterilmeli ve gerekirse yeni bilirkişi atanması talep edilmelidir. Bu süreçte yapılan etkili bir bilirkişi raporuna itiraz, raporun hükme esas alınmasını engelleyebilir ve yargılamanın seyrini değiştirebilir.
Taraflar aynı olaya dair farklı bakış açılarına sahip olabilir ve bu durum mahkeme sürecinde önemli bir savunma stratejisine dönüşebilir. İşveren, olayların farklı yorumlanması yoluyla davacının iddialarına alternatif, mantıklı ve tutarlı bir açıklama getirebilir. Bu yaklaşımda amaç, olayların yalnızca çalışan tarafından aktarıldığı şekliyle değerlendirilmesini engellemek ve mahkemeye çok boyutlu bir perspektif sunmaktır. Somut verilerle desteklenen farklı yorumlar, hakimin kanaatini etkileyerek işverenin lehine karar verilmesini sağlayabilir.
Mahkemeye sunulan iddiaların zaman sıralaması, olayların nasıl algılandığını doğrudan etkiler. İşveren, iddiaların kronolojisinin değiştirilmesi yoluyla davacının olayları çarpıtarak sunduğunu ortaya koyabilir. Bu strateji, olayların gerçekleştiği tarihlerdeki belgeler, yazışmalar ve tanık ifadeleriyle desteklenerek, iddiaların bütünlüğünü ve inandırıcılığını zayıflatmayı amaçlar. Doğru bir kronoloji oluşturmak, davacının anlatımındaki tutarsızlıkları açığa çıkarabilir ve mahkemenin olaylara farklı bir gözle bakmasını sağlayabilir.
İşverenin savunma stratejilerinden biri de, davacının iddialarına karşı alternatif senaryolar sunma yoluna gitmektir. Bu yaklaşım, olayların tek bir anlatım üzerinden değerlendirilmesini engelleyerek mahkemeye başka olasılıkları da düşünme imkânı tanır. Alternatif senaryolar, eldeki delillerle desteklendiğinde davacının iddialarının kesinliğini sarsabilir ve olaylara dair şüphe oluşturabilir. Bu strateji özellikle belirsiz, yoruma açık ya da tanık beyanlarına dayalı iddiaların karşısında etkili bir savunma yöntemi olarak öne çıkar.
İşveren, dava sürecinde usul ve yetki itirazları ileri sürerek davanın reddini ya da başka bir mahkemeye taşınmasını talep edebilir. Bu tür itirazlar, davanın hukuki zemininin sorgulanmasına dayanır. Örneğin, davanın yanlış yerde açılmış olması (görevli veya yetkili mahkemenin yanlış seçilmesi) ya da usule ilişkin eksiklikler (tebligat hataları, süreye uyulmaması gibi) bu kapsamda değerlendirilir. HMK’ya göre, bu tür itirazlar ilk savunma dilekçesiyle birlikte ve süresinde yapılmalıdır.
Yetkisizlik ve görev itirazı, işverenin dava sürecinde kullanabileceği güçlü usul itirazlarındandır. Yetki itirazı, davanın coğrafi olarak yanlış mahkemede açıldığını; görev itirazı ise davaya bakma yetkisinin yanlış yargı koluna (örneğin iş mahkemesi yerine genel mahkeme gibi) verildiğini ifade eder. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na göre, bu itirazlar ilk cevap dilekçesiyle birlikte ve süresi içinde yapılmalıdır.
İşverenin savunma sürecinde öne sürebileceği en etkili usul araçlarından biri zamanaşımı defi ve diğer ilk itirazlardır. Zamanaşımı defi, davacının talebinin yasal süresi içinde ileri sürülmediğini belirterek davanın reddini sağlamayı amaçlar. Örneğin, iş hukukunda kıdem veya ihbar tazminatına ilişkin talepler belirli sürelerle sınırlıdır ve bu süreler aşıldıysa işveren, zamanaşımı defiyle bu durumu mahkemeye taşıyabilir.
Bunun yanı sıra, ilk itirazlar kapsamında işveren; yetkisizlik, görevsizlik, derdestlik (aynı davanın başka yerde devam ettiğini) ve usulsüz tebligat gibi iddialarda bulunabilir. HMK’ya göre bu tür itirazlar, ilk savunma dilekçesiyle birlikte ve belirlenen sürede yapılmalıdır. Aksi takdirde bu haklar kaybedilmiş sayılır.
2025 yılında yargı kararlarında, savunma hakkını güçlendiren ve usule ilişkin hatalara dikkat çeken kararlar öne çıkmaktadır. Mahkemeler, delillerin hukuka uygunluğuna, tanıkların tarafsızlığına ve bilirkişi raporlarının yeterliliğine daha titiz yaklaşmakta; usul hataları (yetkisizlik, zamanaşımı, tebligat sorunları vb.) kararların seyrini belirleyebilmektedir. Ayrıca, anayasal ilkeler (hukuk devleti, ölçülülük, adil yargılama) savunma stratejilerinde daha sık kullanılmaktadır. İşverenler için bu dönemde, savunma dilekçelerinin süresinde, usule uygun ve teknik açıdan güçlü hazırlanması büyük önem taşımaktadır.
“ İşçinin iş sözleşmesinden doğan yükümlülüğünün alkol kullanımı nedeniyle ihlali, alkol bağımlılığına dayanmıyorsa, işçinin davranışlarından kaynaklanan fesih sebebi söz konusu olur. İşçinin tıbbi anlamda hastalık olarak nitelendirilebilecek alkol bağımlılığı varsa, hastalığa dayalı işçinin yetersizliğinden kaynaklanan feshin ilkeleri uygulanmalıdır. İş Kanunu'na göre, işyerine sarhoş veya uyuşturucu madde almış olarak gelmek ve işyerinde alkollü içki veya uyuşturucu madde kullanmak yasaktır. Haklı fesih nedeninin doğumu için işçinin mutlaka alkolik veya uyuşturucu madde bağımlısı olması gerekli olmayıp söz konusu durumlardan birinin gerçekleşmesi yeterlidir.”
Yargıtay 9. Hukuk Dairesi 21.04.2008 tarihli 2007/31257 E. 2008/9580 K.
“Somut olayda davacının gerçeğe aykırı olarak annesinin hastalığını gerekçe göstererek işverenden on günlük mazeret izni alıp Küba'ya seyahate gittiği sabit olduğu anlaşılmakla davacının bu eylemi işverene derhal fesih hakkı veren doğruluk ve bağlılığa uymayan davranış olarak nitelendirilmesi gerekir …
Yukarıda belirtilen nedenlerle;1-Yerel Mahkemenin yukarda tarih ve sayısı belirtilen kararının bozularak ortadan kaldırılmasına…”
Yargıtay 22. Hukuk Dairesi 25.06.2013 tarihli 2013/12745 E. 2013/15574 K.
Savunma hakkı, adil yargılanmanın temel bir unsuru olsa da, mutlak ve sınırsız değildir. Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) kapsamında bu hak, usul kuralları, dava ekonomisi ve dürüstlük kuralı çerçevesinde sınırlanabilir. Örneğin; tarafların savunmalarını belli süreler içinde sunmaları gerekir, aksi takdirde hak düşürücü sonuçlar doğabilir. Ayrıca yargılamayı uzatma amacı taşıyan keyfi beyan ve talepler, mahkemece dikkate alınmaz. Yani savunma hakkı; yalnızca hukuka uygun, samimi ve süresinde kullanılan beyanlarla korunabilir. Bu sınırlar, hem yargının etkinliğini sağlamak hem de karşı tarafın haklarını korumak amacı taşır.