Türkiye’nin en kalabalık şehri olan İstanbul, ciddi bir deprem tehdidiyle karşı karşıyadır. Bu gerçek, sadece şehir planlamasını değil, aynı zamanda hukuki sorumlulukları da yakından ilgilendiriyor. Zemin durumu, yapı güvenliği, denetim mekanizmaları ve hukuki süreçler bir bütün olarak değerlendirildiğinde, yaşanabilecek olası bir depremin etkileri yalnızca fiziksel değil, hukuksal sonuçlar da doğuruyor.
Bir bölgenin afet bölgesi ilan edilmesi, yalnızca idari bir karar olmanın ötesinde, birçok alanda yeni uygulamaları ve düzenlemeleri beraberinde getirir. Bu süreçte kamu kurumlarının müdahale biçimi değişir, yasal sorumluluklar yeniden şekillenir ve vatandaşlara yönelik çeşitli hak ve destek mekanizmaları devreye girer. Alınan tedbirler, hem can güvenliğinisağlama hem de sosyal ve ekonomik düzenin yeniden kurulmasını hedefler.
İstanbul’da olası bir depreme karşı alınan önlemler, hem merkezi hükümet hem de yerel yönetimler tarafından çok yönlü olarak yürütülüyor. Riskli yapıların tespiti ve kentsel dönüşüm çalışmalarıyla yapı stoku yenilenirken, kamu binaları güçlendiriliyor. Şehir genelinde afet toplanma alanları belirlenip lojistik destek merkezleri kuruluyor. Deprem erken uyarı sistemleri ve altyapı güçlendirmeleri devreye alınırken, AKOM ve ilçe koordinasyon merkezleri olası kriz yönetimi için hazır tutuluyor. Vatandaşlara
yönelik eğitimler, tatbikatlar ve bilgilendirme çalışmalarıyla toplumsal farkındalık artırılıyor; kira yardımları, kredi destekleri gibi teşviklerle dönüşüm süreci hızlandırılmaya çalışılıyor.
Deprem riski yüksek bölgelerde yapı güvenliğinin sağlanması amacıyla uygulanan riskli bina tespiti 2025 yasal prosedürlerine dayanır. Bu süreç genellikle yapı maliklerinin talebiyle başlasa da, kimi durumlarda idare tarafından da re’sen başlatılabilir. Tespit, lisanslı kurumlar tarafından yapılan teknik incelemeler ve raporlamalarla yürütülür. Yapının taşıyıcı sisteminde ciddi zayıflık bulunması hâlinde, yapı “riskli” olarak kayda geçer. Bu tespitin ardından hukuki süreç başlar; yapının yıkılması, yeniden inşa edilmesi ve maliklerin bilgilendirilmesi gibi aşamalar devreye girer.
Kentsel dönüşüm dava süreci ve uygulamaları, genellikle yapı maliklerinin hakları üzerinden yürütülse de, kiracılar da bu süreçten doğrudan etkilenir. Riskli yapı tespiti sonrası başlayan dönüşüm sürecinde kiracılar için tahliye zorunlu hâle gelir; ancak bu durumda belirli yasal haklar da devreye girer. Kiracılara tahliye süreci için süre tanınır ve Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından sınırlı da olsa kira yardımı sağlanabilir. Ancak taşınmaz üzerindeki karar yetkisi maliklerde olduğundan, kiracının dönüşüm sürecine dair doğrudan bir söz hakkı bulunmaz. Bu durum, kiracıların barınma güvenliği ve sosyal destek mekanizmaları açısından tartışmalı bir alan olarak gündemdeki yerini korur.
Kat mülkiyeti kapsamında bir binada bağımsız bölüme sahip olan kat malikleri, hem kendi mülkiyetleri üzerinde hak sahibidir hem de yapının ortak alanlarına ilişkin sorumluluk taşır. Bu kişiler, yapıların bakım ve onarımı, güçlendirilmesi veya kentsel dönüşüm gibi süreçlerde ortak karar alma yükümlülüğü altındadır. Kat malikleri, ortak giderlere katılmakla yükümlü oldukları gibi, yapı güvenliğini ilgilendiren kararlarda da çoğunluk esasına göre hareket ederler. Aynı zamanda diğer maliklerin haklarına saygı göstermek, yapının kullanım amacını bozmamak ve hukuki çerçevede belirlenen kurallara uymak zorundadırlar.
Riskli yapı tespiti sonrası başlayan kentsel dönüşüm sürecinde, yapı sahipleri ve kiracılar için tahliye zorunluluğu doğar. Bu süreçte malikler ve kiracılar belirlenen süreler içinde taşınmakla yükümlüdür. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, hak sahiplerine ve sınırlı süreyle kiracılara kira yardımı veya geçici konut desteği sağlayabilir. Kira yardımına başvuru, il müdürlükleri ya da e-Devlet üzerinden yapılır ve yardım süresi, yapının yeniden inşasına kadar devam edebilir. Ancak tahliyeye direnilmesi durumunda idari ve hukuki yaptırımlar gündeme gelir.
Yapı denetimi, inşaatın mevzuata, projeye ve mühendislik standartlarına uygun şekilde ilerlemesini sağlamak amacıyla yürütülen zorunlu bir süreçtir. Denetim firmaları, inşaatın her aşamasında kontroller yaparken, müteahhit ise yapıdan doğrudan sorumlu kişidir. Eğer projeye aykırı imalat, düşük kaliteli malzeme kullanımı ya da taşıyıcı sisteme zarar verecek uygulamalar söz konusuysa, bu durum "müteahhit hatası" olarak değerlendirilir. Müteahhit hatası cezası, hem idari para cezası hem de gerekli durumlarda hapis cezası şeklinde uygulanabilir; ayrıca oluşan zararlardan dolayı tazminat yükümlülüğü de doğabilir.
İmar Kanunu, yapılaşmanın planlı, güvenli ve çevreye uyumlu şekilde gerçekleşmesini sağlamak amacıyla çeşitli kurallar ve yükümlülükler öngörür. Bu kapsamda yapı sahipleri, projeye uygun inşaat yapmak ve gerekli ruhsatları almakla yükümlüdür. Müteahhitler, teknik uygulamalardan sorumlu olurken; fenni mesuller ve yapı denetim firmaları, sürecin mevzuata uygun ilerlemesini denetler. Ruhsatsız ya da ruhsata aykırı yapılar için yıkım kararı ve para cezası gibi yaptırımlar uygulanabilir.İmar Kanunu, sadece inşaat sürecini değil, sonrasındaki kullanım ve bakım süreçlerini de kapsayan geniş bir sorumluluk çerçevesi sunar.
Depreme dayanıksız yapıların yol açtığı zararlar, mal sahipleri ve kiracılar için ciddi mağduriyetlere sebep olabilir. Bu tür durumlarda, hukuki yollara başvurmak mağduriyetin giderilmesi açısından önem taşır.
Öncelikle, riskli yapı tespiti ve yıkım süreçlerinde alınan kararlara karşı idari itiraz ve dava açma hakkı bulunur. Yapı maliklerinin veya kiracıların, yapılan tespitlerin doğruluğuna itiraz etmek için idari mahkemelere başvurması mümkündür. Bu davalar, sürecin hukuka uygun yürütülmesini sağlar.
Diğer yandan, deprem veya yapı eksikliklerinden kaynaklanan can ve mal kayıpları durumunda, tazminat davaları gündeme gelir. Müteahhit, yapı denetim firması veya ilgili kamu kurumları, kusurları varsa maddi ve manevi tazminat talebiyle yargılanabilir. Bu davalar genellikle ağır ihmal ve kusur unsurlarını içerir.

Deprem gibi doğal afetler karşısında devlet, vatandaşların can ve mal güvenliğini korumakla yükümlüdür. Bu yükümlülük, sadece afet anında müdahale etmekle sınırlı kalmaz; aynı zamanda risklerin önlenmesi, erken uyarı sistemlerinin kurulması, kentsel dönüşüm projelerinin yürütülmesi ve yapı denetimlerinin etkin bir şekilde gerçekleştirilmesini de kapsar.
Hukuki açıdan, devlet kurumları afet yönetimiyle ilgili görevlerini yerine getirmek zorundadır. İlgili mevzuat çerçevesinde, afet bölgelerinin ilan edilmesi, gerekli tedbirlerin alınması ve zararların giderilmesi devletin sorumluluğundadır. Görevlerini ihmal eden kamu görevlileri ve kurumlar, hem idari hem de cezai yaptırımlarla karşı karşıya kalabilir.
Kamu idareleri, yapılaşma sürecinde denetim görevini yerine getirmekle yükümlüdür. Bu görev, ruhsatsız veya mevzuata aykırı yapıların engellenmesi, yapı denetiminin sağlanması ve riskli yapıların zamanında tespit edilmesini kapsar. İdarenin bu yükümlülüğünü yerine getirmemesi durumunda doğan zararlar, idarenin hizmet kusuru kapsamında değerlendirilir.
Bir binanın çökmesi, ağır hasar alması ya da riskli olduğu halde uzun süre müdahale edilmemesi gibi durumlarda, mağdurlar idareye karşı tam yargı davası açarak tazminat talep edebilir. Bu tür davalarda, idarenin denetim görevini ihmal ettiği, gerekli önlemleri almadığı veya zamanında müdahale etmediği ispatlandığında, mahkemeler idarenin tazminat ödemesine karar verebilir.
Tazminat davaları, özellikle deprem gibi büyük afetler sonrası sıkça gündeme gelir. Can kaybı, mal kaybı veya maddi-manevi zarara uğrayan kişiler, zararlarının giderilmesi için ilgili belediye, bakanlık veya diğer kamu kurumlarına karşı hukuki süreç başlatabilir.
Bu çerçevede, idarenin sadece düzenleyici değil, etkin ve sürekli bir denetim sorumluluğu olduğu unutulmamalıdır. Aksi durumda, oluşan zarardan dolayı idari sorumluluk doğar ve bu, hukuk önünde tazminatla sonuçlanabilir.
Kamu kurumlarının yürütmekle yükümlü olduğu hizmetlerde ihmal, gecikme veya yetersizlik gibi nedenlerle bireylerin uğradığı zararlar, hizmet kusuru kapsamında değerlendirilir. Bu tür durumlarda, mağdurlar ilgili kamu idaresine karşı tam yargı davası açarak maddi ve manevi tazminat talebinde bulunabilir.
Deprem gibi afetlerde meydana gelen can ve mal kayıplarında, eğer idare gerekli denetimleri yapmamışsa, yapı ruhsatı verirken teknik koşulları gözetmemişse ya da riskli binalara zamanında müdahale etmemişse, bu ihmaller kamu hizmet kusuru sayılabilir. Aynı şekilde, afet sonrası yeterli müdahalenin yapılmaması da idari sorumluluk doğurur.
Kamu hizmet kusuru davalarında önemli olan nokta, zararın oluşmasında idarenin kusurlu olup olmadığının somut delillerle ispat edilmesidir. Mahkemeler, idarenin üzerine düşen görevi ne ölçüde yerine getirdiğini değerlendirerek karar verir. Eğer idarenin eylemi ya da ihmali ile zarar arasında illiyet bağı kurulursa, tazminat ödenmesine hükmedilir.
Bu tür davalar, Anayasa’nın 125. maddesinde yer alan “idare, eylem ve işlemlerinden doğan zararı tazmin etmekle yükümlüdür” hükmü çerçevesinde açılır ve idarenin kusurlu hizmeti nedeniyle vatandaşın uğradığı mağduriyetin giderilmesini amaçlar.
Deprem riski yüksek bir ülke olan Türkiye’de, olası can ve mal kayıplarının en aza indirilmesi için zorunlu deprem sigortası (DASK) uygulaması yürürlüktedir. Bu sigorta, bir binanın deprem nedeniyle uğrayacağı maddi zararların belirli bir kısmını karşılamayı amaçlar. 6305 sayılı Afet Sigortaları Kanunu uyarınca, mesken niteliğindeki yapılar için DASK yaptırılması yasal bir zorunluluktur.
Deprem sonucu binada meydana gelen hasar, sigorta kapsamında değerlendirilerek tazminat ödenir. Bu tazminat, binanın yeniden inşasına değil, yalnızca sigorta poliçesinde belirtilen limitler dâhilinde yapının maddi zararlarının karşılanmasına yöneliktir. Eşyalar, arsa değeri veya kira kaybı bu kapsama girmez.
Zorunlu Deprem Sigortası (DASK), 6305 sayılı Afet Sigortaları Kanunu kapsamında yürürlüğe girmiş ve Türkiye'deki tüm mesken sahipleri için yasal zorunluluk haline getirilmiştir. Bu sigorta, deprem ve deprem kaynaklı yangın, infilak, tsunami ve yer kayması gibi doğal afetlerin doğrudan sebep olduğu fiziki zararları karşılamayı amaçlar. (Detaylı bilgi için DASK Zorunlu Deprem Sigortası ve Hasar Tazminatı Süreçleri başlıklı makalemize buradan ulaşabilirsiniz.)
Deprem sonrası sigortalının zararının karşılanmaması, eksik ödeme yapılması ya da başvurunun haksız yere reddedilmesi durumlarında, sigorta şirketine karşı hukuki yollara başvurmak mümkündür. Bu süreç, özel hukuk hükümleri çerçevesinde yürütülür ve genellikle tazminat davası şeklinde açılır.
Deprem riskine karşı sadece fiziki değil, hukuki açıdan da hazırlıklı olmak büyük önem taşır. Deprem öncesinde alınacak bazı hukuki önlemler, olası can ve mal kayıplarının önlenmesini kolaylaştırırken, afet sonrası hak kayıplarının da önüne geçebilir.
İlk olarak, bina güvenliğinin tespit edilmesi gerekir. Bu amaçla, yapı malikleri riskli yapı tespiti için yetkili kurumlara başvurabilir. Tespit sonucuna göre bina güçlendirilebilir ya da kentsel dönüşüm süreci başlatılabilir. Bu süreçte alınacak kararlar, Kat Mülkiyeti Kanunu ve 6306 sayılı Kanun çerçevesinde hukuki zemine oturtulmalıdır.
Ayrıca, taşınmazın güncel tapu kayıtlarının, ruhsat bilgilerinin ve projelerinin kontrol edilmesi önemlidir. Bu belgelerdeki eksiklikler, ileride hak talebinde bulunurken ciddi engellere yol açabilir.
Zorunlu deprem sigortası (DASK) yaptırmak ve poliçeyi zamanında yenilemek de bir başka hukuki önlemdir. DASK poliçesi, yapı malikinin yalnızca yasal yükümlülüğü değil, aynı zamanda tazminat hakkını güvence altına alan bir teminattır.
Deprem riski taşıyan bölgelerde yapıların güvenliğinin belirlenmesi, hem can güvenliği hem de hukuki süreçlerin sağlıklı ilerlemesi açısından kritik öneme sahiptir. Bu nedenle riskli bina tespiti, 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun kapsamında düzenlenmiş ve belirli kurallara bağlanmıştır.
Riskli yapı tespiti, yapı malikleri tarafından Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından lisanslandırılmış kuruluşlara başvurarak yaptırılabilir. Başvuru için binada malik olma şartı aranır ve yalnızca bir malikin başvurusu yeterlidir. Yetkili teknik ekiplerce yapılan inceleme neticesinde, yapının taşıyıcı sisteminin depreme karşı yeterli olup olmadığı değerlendirilir.